http://www.arkitera.com/haber/24092/izmirde-kentsel-donusum-yatay-planlama-ile-saglanmali
Ülkedeki ekonomik büyüme ve inşaat sektöründeki hızlanma İzmir’e de yansıdı ve kent merkezi dışında mahalleler oluşmaya başladı. Fakat İzmir’in kendi merkezlerine ve merkezler arasındaki ilişkilere baktığımda hala bundan yıllar önce temelleri atılan formun korunduğunu ve hayatiyetine devam ettiğini görüyorum.
İzmir yatayda gelişmesi gereken bir kent. Mavişehir ve Bostanlı civarı, dominant bir etkisi olmayan yeni yerleşimler, kendi içinde başka bir söylemle kente entegre olmaya çalışıyorlar; bunları çok zararlı bulmuyorum. Ama en büyük korkum bu yükselmelerin Narlıdere ve Urla tarafına doğru da gerçekleşmesi. Çünkü Akdeniz kenti olma özelliğini kaybedebilir bu durumda İzmir ki kentin en temel özelliklerinden biri bir Akdeniz kenti olması. Akdenizlilik, insanların yaşantısıyla, kurgusuyla ve kordon boylarıyla da böyledir. Yükselen binaların kendi sosyal yapısını dayatacağı için bir anlam değişikliği olacak. Bunu İzmir için hiç kabul edilir bulmuyorum. İzmir’in iklimi binaların balkonsuz hayal edilemeyeceği bir iklim. Açılan pencere ve balkonla yaşayan bir memleket burası. Camı çerçevesi açılmayan cam cepheli binalar ancak ülkenin kuzeyine uygun bir yapı tipi ki bu İzmir’e uygun değil.
Le Corbusier’nin 1948 yılında İzmir için bir nazım planı vardır. Bu planda kıyıda alçak ve arkaya doğru giderek yükselen aralıklı, nefes alan, imbat rüzgarını arkaya kadar iletebilen master plan modeli söz konusudur. Şimdi bu model kaybedildi ve geri dönüşü olacağına da inanmıyorum. Bence en azından kentin şimdiki mevcut yoğunluk dağılımını korumalıyız. Karşıyaka, Alsancak, Konak ve Güzelyalı’yı korumamız gerektiğini düşünüyorum. Bayraklı bölgesi son dönemlerde yeni bir merkez tayin edildi ve orada yüksek yoğunluklu ve çok katlı yapılar yükselmeye başladı. Bu bir oranda Alsancak ve Karşıyaka bölgelerini koruyan bir ele alış ama Bayraklı’nın zemini problemli ve kent siluetini derinden etkileyen bu yükselme oldukça yanlış bir dönüşüme işaret ediyor.
Ama denizle büyük entegrasyonu olan Urla yolunda yükselmeyi ve yüksek emsalli büyük projeler yapılması beni tedirgin ediyor. Umarım maksimum 6-8 katlı binalarda kalınır. Düşey gelişmenin ancak büyük sanayi şehirleri ya da ekonomik yolların kesişmesinde yer alan İstanbul, Şangay, Dubai gibi kentlerde göze alınmalı. Modern ve ikon olmak için İzmir’e yükselmek yakışmayacak. Modern ve ikon olmak için İzmir evlerine gönderme yapan mimariyi davet etmeliyiz. Koyu cepheler İzmir kent dokusuna uymayan bir siluet etkisi yaratacaktır. Malzeme seçimlerinde ortak bir dil elde edilerek dönüşüm gerçekleştirilmeli..
Yüksek yapı yapmak gerektiğinde ise olmazsa olmaz olarak düşündüğüm konu binaların hakim imbat rüzgarını dikkate alan arazi kullanımına göre planlanması ve konut doğramalarının üst katlarda dahi açılabilir olması. Salonların açıldığı balkonlar, en az 6-10 kişinin yemek yiyebileceği, sohbet edebileceği, saksıda bile olsa domates, fesleğen yetiştirebileceği bir niteliğe sahip olmalı. Bu sayede üst katlarda bile iklimin doğru değerlendirildiği ve insanların konutlarında kendilerini mutlu hissedecekleri bir ortam sağlanmış olacaktır.
İzmir'in kentsel dönüşümünü organize etmek için yapılması gereken ilk ve en önemli şart kentin gelişim alanlarının doğru belirlenerek, ihtiyacın doğru tariflenmesi olmalı. Gelişim ve dönüşme alanlarının emsal değerleri ihtiyaca göre sabitlenmeli ve kent hem alt hem de üst yapı üretimleri olarak sıhhileştirilirken, İzmir, mevcut dokusunun sürekliliğinde teknolojinin olanakları kullanılarak yenilenmelidir. İzmir, göç alarak büyüyen bir kent olmakla beraber İstanbul ölçeğinde olmadığı için şanslı. Arsa fiyatları muhakkak artma eğilimi gösterecek ama aynı zamanda kentsel dönüşüm de geleceği için bu bir süre kendi kendini dengeleyerek gidecek. İzmirli olmak önemli bir kavram ve İzmirliler gerçekten kentlerine sahip çıkıyorlar. Bu modern dünyanın acayip dayatmasına umarım kapılmazlar diye düşünüyorum. Bir de İzmir’de çok eksikliğini duyduğum şey antik İzmir kentinin düzenlenmesi. Hep antik İzmir şehri ihmal edilir. Hep Efes vardır, Bergama vardır, Priene vardır ama İzmir antik şehri kentin içinde kıyıda kalmış, yok olmuştur. Halbuki o kadar kıymetli bir mücevher ki Roma’dakine benzer bir düzenleme ile bunun ortaya çıkmasını ve kente kültürel bir katkı olarak dönmesini çok önemli buluyorum.
Bu bakış açısıyla bence doğru olan yaklaşım, yatayda gelişen, az ve orta katlı konut alanları. Az katlı konutlar için İzmir'in yangın öncesi kordon boyu hakim dokusunu oluşturan konutlarının mimari özelliklerini taşıyan yapı tipinin, tasarımın merkezine alınması gerektiğini düşünüyorum. Yüksek tavanlı, dar uzun pencereli, verandalı, desenli mozaik karolarla döşenmiş zeminlere sahip, çakılla bezenmiş bahçeli bu binaların, kentin iklimi ve geleneğiyle örtüşen, günümüz anlayışıyla düzenlenmiş, kentlinin aşina olduğu bir yaşam tarzı sunacağı kanısındayım. Benzer şekilde, orta katlı binalar ya da apartmanlar da beyaz rengin hakim olduğu, detayların modernleştirilerek entegre edildiği, geniş balkonlu ve balkonlarında limon, portakal ağaçlarının yetiştirildiği, İzmirlilerin sevdiği bir anlayışla projelendirilmeli. Hayalimdeki projede mutlaka kordon boyu gezinti imkanlarını sunan, tanıdık kaldırım döşeli, pasaport kahvelerine ulaşan aksa benzer ve biyolojik arıtma ile elde edilmiş su boyu yaşam alanı önermek var. Kullanıcılarına sıcak ve tanıdık bir atmosfer sunan sosyal donatıların kentliler için buluşma, karşılaşma ve niteliği yüksek bir boş zaman değerlendirme alanları olduğuna inanıyorum ki bu tür alanlar kent yaşamına çok fazla artı değer katmakta.